Aşkın Nur Yengi beş yıl aradan sonra “Aşktan Olsa Gerek” adlı mini albümüyle geri dönüyor. “Artık 10 şarkı para etmiyor” diyen Yengi: “Zaten dijital mecralardan dinleniyor şarkılar. Albümler sadece arşivciler için basılıyor”
YAVUZ HAKAN TOK yavuzhakantok@gmail.com
Aşkın Nur Yengi “Müzik en çok akıl sağlığımız için lazım ve bugünlerde müziğe her zamankinden çok ihtiyacımız var” diyor. Henüz 13 yaşındayken Sezen Aksu’ya vokal yaparak profesyonel müzik hayatına başlayan Yengi, 1990’da yayınlanan ilk albümü “Sevgiliye” ile Türk pop müziğinde yeni bir dönemin açılışını yapmıştı. Aşkın Nur Yengi’nin 11. stüdyo albümü “Aşktan Olsa Gerek”, Sony Müzik etiketiyle raflarda yerini aldı. Bu mini albümde beş yeni şarkı yer alıyor.
Bir önceki albümle bu albümün arası neden bu kadar açıldı?
Yaptığımız iş artık hiç kolay değil. Bu albümün hazırlık sürecinde benim seçiciliğim de belki biraz işi uzattı ama bir de ben daha önce hiç karşılaşmadığım şeylerle karşılaştım bir taraftan. Bunu özellikle besteciler ve aranjörler açısından söylüyorum. Artık müzik yapmaktan ziyade ticaret yapılmaya başlanmış, o birlikte çalışma, üretme ruhu kaybolmuş. Eskiden altı ay bir süre verilir, 10 şarkı seçilir, stüdyoya girilir, çalınır, okunur, biterdi. Öyle bir şey yok artık.
Albümde 10 değil de beş şarkı olması da bundan olsa gerek?
Artık 10 şarkı para etmiyor. Müzik ticari anlamda bu boyuta geldi. Eskiden 10 şarkı da sevilip dinleniyordu, radyolar çalıyordu. Şimdi bir tek şarkı üzerinden gidiliyor ve albüm matematiği bozuluyor mecburen. Zaten büyük paralar harcanıyor, 10 şarkı yapıp çoğunu çöpe atmak da var. Bu beş şarkı biter, bir beş daha yapılır ya da tek şarkı yapılır. Zaten artık dijital mecralardan dinleniyor şarkılar. Albümler sadece arşivciler için basılıyor.
“Seçici olmak dinleyicinin lütfu”
Albümün künyesine bakacak olursak, Erdem Kınay dışındakiler daha önce hiç birlikte çalışmadığınız isimler. Soner Sarıkabadayı, Gökhan Tepe, Ayla Çelik, Erhan Bayrak...
Soner’in farklı bir müzikal yapısı, tarzı var. “Altın Kaplama” benim için de farklı bir şarkı ama artık gençlerin dinlediği müzik de farklı. Aranjör olarak Erdem Kınay’ı da Soner seçti -ki bence bir bestecinin şarkısının aranjörünü de kendisi seçmesi lazım. Ben o mesleki ahlaktan geldim ve hep öyle yaşadım. Doğal olarak da kendim gibi birilerini arıyorum hep. Verdim, imzasını attım, paramı aldım da diyebilir ama hiç öyle bir şey yapmadı. Aslan gibi arkasında durdu şarkısının ve sonuna kadar da takip etti. Keza Erhan Bayrak da öyle. İşine son derece sadık, çok dakik, profesyonel bir yaklaşımla çalışıyor. Ayla zaten sözle, kalemle, kağıtla ilişkisi kuvvetli bir kadın olduğu için, şarkılarında günün ve hayatın içini yazdığı için zaten iyi bildiğim, takip ettiğim bir müzisyendi. “Elin Oğlu”nu bana dinlettiğinde hüngür hüngür ağladım. Canla başla uğraştı bu albüm için. Gökhan Tepe de öyle.
Şu an pop müzik piyasası gündemini baz alırsak, kolay kolay iyi şarkı çıkmıyor ama iyi şarkıcı da çıkmıyor artık sanki.
Şarkı söylemeye, bu işleri yapmaya herkesin hakkı var ama seçici olmak dinleyicinin lütfu. O insanı dinliyorlarsa, seviyorlarsa bir yere getirdilerse bunda o insanın bir suçu yok ki. Arz talep meselesi. Ben bir dinleyici olarak Türkiye’de çıkan her albümü alıp dinlemiyorum ki; sevdiğim, seçtiğim isimlerin albümlerini alıyorum. Aynı şey herhangi bir dinleyici için de geçerli. Ortaya ne konulursa herkes aldı. Dolayısıyla o eleştirdiğimiz insanlar da müzik yapmaya devam etti. Ne oldu? Sektör öyle bir yere geldi ki besteci ve söz yazarları da ona da şarkı satayım buna da şarkı satayım demeye başladı. Ortaya tamamen elektronik sound’a dayalı, sözleri hayatımıza hiç dokunmayan fast food tadında bir müzik çıktı. O kötü bir şey mi? Hayır. Ani durumlar için toparlayıcı bir şey. Ama şahsen benim derinlerimi dürten değil bir şey değil. Ben hâlâ sahnede 90’ların ekmeğini yiyorum. O şarkıları, o duyguları özlüyor çünkü insanlar. Yağmur yağdığında arabaya atlayıp saatlerce bir albümü dinlediğimiz o günler nerede şimdi?
“Gençliğimde kaybettiğimin karşılığını aldım”
Çocuk denecek yaşta profesyonel müzik dünyasının içine girdiniz. “Gençliğimi yaşayamadım” diye hayıflanır mısınız zaman zaman?
Bazen evet. Erenköy’de oturuyorum, Nişantaşı’na okula gidiyorum. Akşam 7.30’da okuldan çıkıyordum, doğru Sezen ablanın evine. O zamanlar haftanın hemen hemen her günü çalışıyorduk, şimdiki gibi değildi biliyorsunuz. Hazırlanıyoruz, mekana gidiyoruz, saç makyaj, çık sahneye vokalini yap. Saat iki- iki buçuk oluyor, eve gidiyorum. Dört saatlik uykuyla Sabah yine kalkıyorum, okula gidiyorum. 10 sene böyle geçti neredeyse. Arkadaşlarım bir yerlere gezmelere giderken ben hep bir işlerin peşinde koşmuşum. Ama işte hayat kolay bir şey değil. Tek başına yetenek insanın önünü çok fazla açmıyor, bir yerlerde tıkanıyorsun ama çıraklıktan ustalığa kadar gelmek insana insan olarak bir şeyler katıyor her şeyden önce. Ben 90 yılından 2016 yılına gelmişsem ve hâlâ ayakta alkışlanıyorsam, kayıp olan bir şeylerin karşılığını da almışım demektir.
Yorum Gönder
Yorumlarınız bizim için değerli!